Öylesine bir ortamda büyüdüm ki, oturmamız kalkmamız, yememiz ve içmemiz, yatmamız ve uyanmamız, bunların tamamına yakını Tanrının bildirdiği din ve dinler üzerineydi. Yani işin doğrusu, Tanrı kelimesi ve fikri bizim vazgeçilmez düşüncemiz ve muhabbetimiz sayılırdı. İçinde oturduğum, çevremizin ileri gelenleri, bazen dini sohbetleri sabaha kadar devam ediyordu.
Ben kendimi bildiğim günden itibaren her zaman, yeryüzünde var olan dini düşünceler ve çeşitlikler beynimin içine girerek, hakikat yolu olan doğruluk yolunu aramaya fazla zaman ayırttım. Her zaman için şu düşünce beni bir arayışın içine sevk etmişti. Bu arayış beni birçok kaynakla uğraşmam neden olmuştu. Bunlardan bir tanesi, İnanç dalında fikir yürüten Felsefe bilim dalıydı. Bana göre gerçek inananlar onlardı. Çünkü körü körüne bir düşünce peşinde gitmektense, bir arayış içinde olmaları, beni kendilerine hayran bırakmıştı. Bunlardan aldığım fikir ve cesaretle, adına Semavi Dinler dedikleri düşünce sistemi üzerinde çalışmaya başladım. Tanrı birdir demekle beraber inanç hakkındaki fikirler ayrı ayrıdır. Bu bir çelişki olsa gerek düşüncesiyle elimizde var olan kutsal kitaplarla yoğrulmaya giriştim. Bir de baktım ki, aslında Tanrı da birdir, göndermiş olduğu vahiylerde birdir. Ne var ki, insanlar, kendi düşüncelerine ve eski inançlarına göre, Tanrının dinine şekiller vermişler. Yani değişiklikler gerçekleştirmişler. Bu da bütün dinlerde olmuştur.